7 Haziran 2009 Pazar

KUYU FANZİN 10. AYI İNCELEME YAZISI

Geçen gün düşündüğüm Kuyu Fanzin iç değerlendirmesini Ozan’ın 4 Haziran 2009 tarihli mükemmel performansını gördükten sonra yazmaya karar verdim. Şimdi çeşitli sorular sorabilirsiniz. Misal niye böyle bir şey yazma gereği duydum, buna hakkım var mı, böyle eleştirebilecek birikimim var mı gibi sorulara cevap vermek isterim. Ne kadar geveze bir adam olduğumu bilen bilir. Yazı da uzun oldu biraz. Bütün işleri gözden geçirip bu yazıyı yazmam neredeyse 4 saatimi aldı. Sadece bu vakte saygı duyup, okuyup, yorumlarınızı, doğruları, yanlışları, eksikleri, fazlaları yazıya eklerseniz gözümsünüz.

Bu yazıyı yazma sebebim 6 Ağustos 2008’de açtığımız bu sanal fanzinin açıldığı 10 ay olmuş. Bu 10 ayda neler olmuş buna kısaca değinmek. Buna hakkım var mı? Tabi ki var, hepimizin var. Yazarları eleştirecek birikimim var mı? Bilmiyorum ama en azından deneyelim. Sonuçta hemen hemen birbirini tanıyan insanlarız. Birbirimizi eleştirebilmeliyiz. Bu eleştirilerden sonra küsenler olur, fanzini terk edenler olur, gelip beni dövenler bile olabilir. Olsun (Dövmeyin ama küsmek serbest). Amacım çok naif. Sadece kafamdakileri, birlikte yazı yazdığım arkadaşlarımla ve burayı okuyan 2-3 insanla paylaşmak.

Az biraz istatistik vereyim. 9 yazarımız var. Bunlardan Barış, Paranoya, Aigina hiçbir iş yayınlamamış. He şimdi ben bu arkadaşlarımın hiçbir şey yapmadığını bilsem içim yanmayacak. Sadece biraz çekiniyorlar galiba. Neyse kişi analizlerine döneceğim. Diğer 6 yazar az çok bir şeyler eklemişler fanzine. 10 ayda 80 civarında iş gelmiş buraya. Ağırlıklı olarak şiir, sonrasında düzyazı ve fotoğraf vs. Bu işleri alt alta koyunca 45 sayfa ediyor (A4 sayfası). Yani biz A5 boyutunda bir fanzin çıkarsaydık 120 sayfayı geçebilecek materyal biriktirmişiz. Hatta 12 sayfalık olduğunu düşünürsek 1 fanzinin yaklaşık 10 sayı çıkarmış kadar olmuşuz. Yani her ay 1 sayı. Açılışını “GELİYORUZZZ Gibi Bir İddiamız Yok “ olarak yapan bir topluluk için gayet güzel rakamlar. Şimdi Ozan okuyorsa ( görüp okumamak gibi bir alışkanlığı vardır :) “Madem bu kadar memnunsun rakamlardan niye her seferinde on saat fanzin şöyle çalışmıyo böyle tembeliz öyle malız diye niye kendini paralıyorsun?” diyebilir. İşte tam burada şunu demek isterim. Bu rakamlar güzel falan değil aslında kendimizi kandırmayalım. Daha fazla rakamla olasılık hesabına girmek istemiyorum ama her birimiz düzenli olarak bir şeyler yapsak bunu 10’da katlarız. İşte bu noktada çeşitli bahanelerle örülmüş tembelliğimize yenik düşüyoruz. Hep birlikte tembellik içinde yüzüyoruz. Birikmiyoruz, biriktirmiyoruz, paylaşmıyoruz, çalışmıyoruz, okumuyoruz, uğraşmıyoruz, üretmiyoruz… Sıkıntı budur. Bu siteyi açmamın, sizi her gördüğümde üretkenlik konusunda sıkıştırmamın, eleştirmemin, kızmamın sebebi budur. Yapabileceğini bildiğim çok az sayıda insanın bir şeyler yapmasını teşvik etmek, üretmesine katkıda bulunmak, böylece daha çok üretebilmesini sağlamak. Beni kimse para verip görevlendirmedi; şu gençleri derle, topla, üretken olmalarını sağla, fanzin çıkar vs. Ben sadece böyle şeylerle uğraşan ve yapabileceğine inandığım çok az kişiyle bir şeyler yapmanın peşindeyim. Memleket mühendisten, ekonomistten, doktordan, öğretmenden geçilmiyor. Hali hazırda zaten hepimiz üniversite eğitimi alan insanlarız. Ama ileride sanatçı olabilecek kadar donanımlı insanlar olabiliriz. Birbirimizin şiir kitaplarını, romanlarını, fotoğraf sergilerini, sinema filmlerini tadabiliriz. Emin olun bunlar insana apayrı hazlar verir. Hepimiz bu günleri hatırlarız, birbirimize verdiğimiz desteği, duyarlılığı, arkadaşlığı hatırlarız. Uğraştığımız geceleri, okuduğumuz kitapları, izlediğimiz filmleri hatırlarız. Bunların sayesinde o günlere gelebiliriz. O günlere gelince kıymetini biliriz. Tamam sakin, şimdi eleştiri kısmına geçiyoruz.

Kendimden başlayım. Ben “kuyu”. Çok süper fotoğraflar çekerim, acayip güzel yazılar yazarım, mükemmel şiirlerim vardır diyebilirim. Yok en azından burada demem. Normalde yüzünüze söylerim biliyorsunuz. Ben nereden bileyim beni eleştirme kısmını da siz yapıverin.

İlk kurbanımız Gürkan İşsevenler. Neden ilk Gürkan? Çünkü en aktif yazarlardandır kendisi. Fanzinde şiir kısmı ağır basar ama fotoğrafları da vardır. Fotoğrafın daha çok başındadır. Zaten şiir kadar üstüne düşmemektedir fotoğraf olayının. Şiirlerine bakacak olursak aşk adamıdır kendisi. Romantik şiirlerinde bazen öfke, bazen gerçeklik bazen hayaller ön plana çıkar. Şiirlerinde baskın olarak (eskiden daha çok artık azaldı) müzisyen Murat Yılmazyıldırım’ın üslubu hâkimdir. Yani nedir? Aşk çevresinde “büyü, peri” gibi imgelerin dolanmasıyla oluşur. Bilen bilir çok da severim Murat Yılmazyıldırım’ı. Ancak ben onu aradığımda şarkılarını dinleyerek doyum sağlıyorum.

Gürkan’ın şiirlerindeki en büyük sorun çok az kelimeye sahip olmasıdır. Yani kelime dağarcığı çok geniş olmaması, okuyucuyu doyurmamaktadır. Tabi ki “sadelik” şeklinde savunulabilinir fakat uzun zamandır şiir yazan biri için artık çok daha fazla kelime çeşidiyle bizlere ulaşması daha güzel olabilir. Bu da kesinlikle çok ve çeşitli okumayı gerektirmektedir. Ne kadar çok şair okunursa, “şair”in gelişimine o kadar katkısı olur.

Gürkan’ın güzelliği ise çok çalışmasıdır. Yani çok yazar. Bol bol yazar. Birçok sanatçının da dediği gibi sanat %30 yetenek %70 emektir, çalışmaktır. Kimseye yeteneksiz demiyorum sadece çok çalışmakta her zaman sonuç getirmiyor. Pişmek için okumak şart.

4 Haziran 2009’da ortalama üçer dakika arayla siteye koyduğu kısa öyküleri için kıymetli arkadaşım Ozan’a teşekkürü bir borç bilirim. “Ben yazı yazamıyorum” diyerek bunları yazıyor. Bunu mütevazılığından söylese neyse, gerçekten öyle olduğunu sanıyor (o olsa “sanırsam” derdi). Zaten bu adam böyledir. Hiç yazı veya fotoğraf koymaz koymaz, bir gün fanzini açar bir bakarım Ozan giriş sayfasını doldurmuş.
Bu adamın 3 temel sıkıntısı vardır.
Birincisi yazım hataları. Tamam, ben anlıyorum orada ne demek istediğini ama okumakta güçlük çektiğim oluyor ya da bir virgülün ne kadar anlam değiştirdiğini de daha önce kendisiyle tartıştık.
İkincisi yazılarının başlığı yok ya da “ssdhdfc” gibi klavyeden bir hışımla çıkardığı harflerden oluşan başlıkları. Tamam başlıksız olsun ama ne biliyim rakamla, harfle bir numaralandırma geliştirirse çok faydalı olabilir. İlerde yazılarının sayısı artınca çok sıkıntı olacak. Misal bir sürü yazı koymuş üst üste ben şimdi şu yazıda şunu beğendim diyeceğim fakat diyemiyorum. Onun yerine ilk cümlesini falan yazmam gerekir ki insanlar neden bahsettiğimi anlasın. Hatta konuyla ilgili bir anı bile vardır fanzinimizde:

“Gürkan İşsevenler dedi ki...
‘bir de yazılarına bir başlık bulsan çok güzel olacak hem görüntü bakımından hem de okuyucuya önceden bilgi sağlaması açısından...’ 31 Ocak 2009

ozan dedi ki...
‘sevmiyorum başlık olayını fotoğraflarıma da isim veremiyorum’ 31 Ocak 2009”

Tamam Ozan zorlamaya çalışmıyoruz. Canın nasıl isterse öyle yap ama hakikaten ileride zorlanacak olan sensin söyleyelim şimdiden.
Üçüncü ve belki de en büyük sıkıntısı kendisinin yazmaya kabiliyeti olmadığını sanmasıdır. Hatta sık sık “sanırsam” der. Halbuki adam yazı yazıyor, çok da güzel yazıyor. Şimdi Sabit Hoca olsa “ En büyük hatamız, birbirimizin sırtını sıvazlamamızdır.” der. Ancak doğru değildir. Bazen sırt sıvazlanmalıdır. Bazen sırtın sıvazlanmaya ihtiyacı yoktur. Ozan günlük hayatta okumaları, sevdiği müzikleri, izlediği filmlerin çeşitliliğini yazılarına aktarabilen bir adam olduğunu göstermiştir. Paris’den Ortaköy’e geçer, barlardan evine, Adem’den çıkar Hölderlin’e uğrar bir soluklanır ve Nietzsche’ye misafir olur. İşte çeşitlilik güzel bir kafadan lezzetli bir çorba halinde ortaya çıkabilir. Ama Ozan’a sorsanız hala “Ya bana şu konuda bir şeyler yaz de hayatta yazamam” der ve ciddidir.

Samet, geleceğin edebiyat öğretmenidir. Fanzinde çok daha fazla yer almasını istediğim isimdir. Ancak onda da kendine güvensizlik hakimdir. Çokça şiiri kül olmuş, yırtılmış atılmış, utanç duyulduğu gerekçesiyle ortaya çıkarılmamıştır. Aynı odada bir yıl vakit geçirdiğim bu kadim arkadaşım, çok okuyan, yeniliklere açık bir adamdır. Kendini ağırdan satar.

Emrah Aydoğdu, şiir için yaşayan adamdır. Odasında Ahmet Arif’le, Ömer Hayyam ile yaşar. Kelime kullanımı zengindir. Etkileyici bir üsluba sahiptir. Ne kadar üretir tam bilmiyorum ama bizlerle çok az paylaşır. Şiirlerini okuyunca dudaklarda, kulaklarda bir tat oluşur, yüreğimiz kıpırdar. Gelecek vaat eder bu adam vesselam.

Lanetli Rapunzel, fanzine sonradan katılmış, yaş olarak en küçük olmasına rağmen, “bu kelime ne ola ki?” dedirtebilecek kelime haznesine sahiptir. Sınavlardan mıdır bilinmez, ara vermiştir şiirlerine. Şiirinde genellikle aşk hâkimdir. Şiirleri tutarsızdır. Yani bazıları şaşırtırken bazıları çok “basit” kalır.

Barış inanılmaz sessiz kişiliğini fanzine de yansıtır. İçindeki fikirleri (özellikle siyasi fikirlerini) kendine saklar. Ya da paylaşmayı sevmez.

Paranoya ileride roman yazarı olabilecek tek arkadaşımdır. Kısa öyküleri sevmez bu yüzden uzun karakter oluşumlarına girer ve fakat çıkamaz. Çünkü bu yol çok çetindir. Karakter oluştururken o kadar çok titizlenir ki karakter sonunda aynı ömrünü tamamlamış dev bir yıldız gibi kendi üzerine çöker ve kara delik halini alır. Karakterden kara delik oluşunca Paranoya’nında hevesi bu kara delik tarafından yutulur. 3-5 sene önce yazdığı yazılar, ifadeleri, kelime kullanımları, olay örgüleri bakımından çok etkileyici idi. Ancak bu bencil kişi yazılarını biz kullardan esirgemekte böylece beni delirtmektedir.

Aigina eski bir fanzincidir, sanat tarihçisidir, bana uzun uzun akımları, dönemleri anlatır. Benim “ya bu anlattıklarını fanzine koysana hepimiz öğrenelim” demem üzerine katılmıştır. Ama fiili bir katılımda bulunmamıştır. Okuluyla uğraştığını bildiğim için alttan almaktayım beri yandan kızarım, bıyıklarımı titretirim.

Yapabileceğim naçizane yorumlar bunlardır. Belirttiğim üzere benimle fikirlerinizi paylaşın, kavga edin, benim eksiklerimi söyleyin, küsün yahut küsmeyin. Fakat sessiz kalmayın. Ne kadar çok konuşursak o kadar gelişiriz , geliştiririz.

Lütfen artık kimse yazı yazamıyorum veya yazdıklarımı beğenmiyorum o yüzden hepsini yırtıp atıyorum diye bir şey söylemesin. Uğraştığımız şey sanat, uğraştığımız şey dünya, uğraştığımız 3000 yıllık geçmişin 20 yılı. Tabi ki evrende kum tanesiyiz. Tabi ki evren çok büyük. Ama bu hiçbir etkimiz, yetkimiz, yeteneğimiz olmadığı anlamına gelmiyor. Yaparak, çizerek, silerek öğreneceğiz. Ama bu “birikme” ve “bana ilham perileri gelince yazıyorum yoksa hayatta kalemi elime almam, alsam da yazdığım çok eğreti olur, çektiğim fotoğraf içime sinmez…” lafları arttıkça o ilham perileri gelmez oluyor, o birikme bitmez oluyor. Sanki hepimize 10 yıl verseler bütün kitapları okuyup, bütün filmleri izleyip, bütün tarihi öğreneceğiz. Adamlar bunu 3000 yılda yapmışlar. Yani bunlar geçiştirmeden başka bir şey değildir kanımca. Tabi ki her gün bir “sanatsal üretim” beklemek abest olur. Ama bizler yaydıkça o periler hiç gelmiyor. Bana geliyorlardı, bir kere ben çıplakken geldiler ve hemen gittiler sonraları çok bekledim kendilerini pek göremedim. O yüzden perilerden ve bütün sihirli şeylerden umudumu kestim ve kalemi elime aldım. Zira kalem o götü boklu perilerin değil sizin elinizde.

Bu evrende sanat adına, toplumu adına, kendi ve ailesi adına bir şeylerle uğraşan ve ortaya bir eser koyabilen bütün yüreklere sonsuz şükranlarımla.

Kuyu

Hiç yorum yok: