19 Haziran 2009 Cuma

Deniz

Kara bulutlar toplanmaya başlayıp güneşin önünü kapadığında başlar denizin huysuzluğu. Bazen bir gün, bazen günlerce, bazense haftalarca sürer.. Ve en sonunda bir fırtına kopar. Ufuk sınırı denilen hududun aşıldığı, dalgaların kendilerini oluşturan tüm canlıların güzelliklerini örtüp, neşelerini sınırlandıran bulutları dağıtmak istercesine gökyüzüne yükseldikleri bir fırtına. Son. Sonra... sessizlik... ve yeniden huzur.

Bedenime hücum eden acıyı burada bile dile getiremiyorum. Acaba duvarların alçalması şimdi ne kadar sürecek? Acaba hep etrafımda olucaklar mı böyle? Ne zaman bu fırtına sona erecek? Insanların düşündüğü kadar güçlü ve dik durmayı başarabilecek miyim yeniden? Insan vücudundaki en büyük mucize nedir? Insanların yaşadıkları acı ve sıkıntılara rağmen atmaya devam eden, her incindiğinde inzivaya çekilip, bu süre içerisinde dahi kendi payına düşeni yapan, sonra biraz daha güçlenerek ve olgunlaşarak toparlanan, gerçekten kırılmasa bile acısı en çok canımızı yakan kalp olabilir mi bu mucize? Peki kalp kaç kez kırılabilir? Aynı anda hem kırılgan hem de güçlü olma niteliklerinin kalbe verilmesi, evreni oluşturan ironinin bir parçası mıdır? Eğer insanlara katlanabileceklerinden çok acı bahşedilmiyorsa, tek suçu güçlü olmalarımı bu acıyı yaşamak zorunda kalanların, yoksa onlardan istenen daha farklı bir şey mi var? Eğer insan gerçekten yaşayan bir varlıksa, ömrü hesaplanırken aslında aynı dili konuşan ama aralarındaki ufuk çizgisi aşıldığı için bir türlü aynı doğru üzerinde buluşamayan ruh ve bedenin ayrı geçirdiği zaman hesaba neden katılmaz? Katılmamasının sebebi varoluş mantığının da ayrılık gibi verilmekten korkulan cevaplardan mı oluşması yoksa yeniden dinginliğe ulaşıldığında hissedilen duygunun bu zamanı telafi edebilecek olmasından mıdır? Eğer gerçekten ying & yang varsa, tamamlanmayı evrendeki insanların sadece bir kısmı mı hakeder? Eğer öyle değilse neden evrende insanların, uyumsuz olmasına rağmen uyumluymuş gibi görünen puzzle parçaları gibi bir araya gelmelerini engelleyen bir yasa yok? Eğer göz gerçekten görmeye yarıyorsa, neden “bakmak” denilen ikinci bir sözcük ortaya çıkmış ve neden göz sürekli “görmek” yerine “bakmak” eylemini gerçekleştiriyor? Çevremizi saran küçük mucizeler gözden kaçırılıdığında, doğruları götüren yanlışlar oluyorsa, neden küçük olarak adlandırılıyorlar?

Canım neden bu kadar çok yanıyor? Sanırım İclal Aydın’ın da dediği gibi, kulağuma yalan kaçtı...

3 yorum:

kuyu dedi ki...

veeee işte ilk gizli yazarımız. kendisine hoşgeldiniz diyor ve gizliliğini korumasını diliyorum. çok fazla yazmadığını ara ara yazı ekleyebileceğini söyleyen yazar kişi ilk yazısını yolladı. teşekkürler TT.
ilk paragraf iyiydi güzeldi bizi bi yerlere götürdü. sonra o kadar çok soru sorulduki girişteki kasvet dağıldı gitti. bu kadar aklı karışık insan varken sorulardan çok cevaplara ihtiyaç var sanırım.
sakın şimdi aman laf etti diye yazılarınızı sakınmayınız sayın TT her zaman bekliyoruz. siz de bizimkileri eleştirin istiyoruz.
hadi eyw

Adsız dedi ki...

hoş gelmişsiniz sefalar getirmişiniz hanımefendi vet teşekkürler yazınız için de .

T.T. dedi ki...

hoşbulduk efenim:)