29 Temmuz 2010 Perşembe

KİMLİĞİNİ KOYNUNDA YIKADIM YILANLIĞIN

Biraz kalın sesli kadın gülüşmeleri
Meydanda ise iki aydır Rus marşları çalınıyor
Balon kadehteki et kokusu küllenmiş
Ancak aynalar alışmadı henüz suratsızlığıma
Çünkü tınısı farklı siyah tomurcukların

Polis kovalıyorken insanları, kaşında kanlar bana bakıyorsun
Dans ediyoruz, suratın kan içinde
Burnunu öpeceğim ve suratını alamayacak “Güvenlik güçleri
dans edenleri öldürüyordu.” yazılsın tarih kitaplarına, öpüşenleri
n ağızları kan doldu diyerek abartılsın
Tarih kitapları kan koksun, söyleyin
Siz parça parça ölüyorsunuz
Dedim
Ben bütün öldüm
Hâlâ durup dururken bana gülüyorsun
Sarhoş olup sallandıkça Mahler
Deprem oluyor sanıyorsun
Üstelik bazı harfler başa gelmek/gelmemek için direniyor

Kimliklerimiz dinleri kirletiyor
Kimliklerimiz devletlere nötr
Kimliklerimiz cinsiyetleri kirletmez
Kimliklerimiz babamızı temize çıkartamaz
Kimliklerimiz köyümüz olamaz
Kimliklerimiz evlilerin çocuklarına bakamaz

Yok olup giden kendiliklerimizde kirlenen ve en çabuk çürüyen kimlik suratlarımız
Dünya, sahtekar yuvarlak, birden yalpalıyor
Yoksa ben bisikletten düşmeyecek kadar uyudum
Büyük yudumları şarapların
Yahut balkondaki orospu kokusu, anason gibi
Yakasına yapışılmış z lerin, hep daha güzel sonlanırmış gibi alfabe
Ancak güneş doğurmadıkça gündüzleri
Benimle baş harfler kadar dimdik konuşun
Zihnimden emekli olunca bana kontrbas çalabilir misin?

Kimliğini koynunda yıkadım yılanlığın
Kimliğini gömleğinde yıkadım yılanın
Yine de yılmadı yılanların yalnızlığı
Çölde, kanları emilmiş kum savaşları

ATLARA DAİR

Titriyorsun, görüyorum
Tek sorunumuz sarılamamak
Kara saçlarını cemreden çek
Tüm çirkinliğime rağmen
Seni ağlatabilirim
Tüm güzelliğine rağmen
Kayan konuşmaların
Sırtından tanıdım kadınlığını
Asil dekoltelerin oradadır
Ben dediğin
Tahrik unsuru
Silah
Tedavi süreci
Serum

Atlar, ölmüş atlar
Kaçırılışı aklığın oluk oluk kızıllıktan
Kaçırılışı ömürlerden
Kanları gibi duraylı, çökmüş diplerine dudaklarının kadınlık
Sebebi olan hayvanlarla birlikte yaşıyorsun
Ben yalnız bir hayvanım
Sen onlarla yaşıyorsun
Karanlığın içinde kendimi bulamasam da
Aramaya çıkabilirim yaşama sebebimi
Köprücük kemiklerinde
Sakladım yaşama sevincimi
Burnunda
Sakalımdaki şarabı yalıyor sarhoş köpekler
Geceleyin havlıyorlar şarabıma, sakalımın gözü pek

Biz üç adam sarhoştuk
Aynı masada âşık olduk bir kadına
Ve bunun yakında filmi gelecekmiş sinemalara

sonunda

kuyufanzin çıktı hemide kağıtlı fotokopili koklanabilir yalanabilir olarak. olabildiğince çok kişiye ulaşması siz sayın yazar ve okuyucu tayfası sayesinde olaiblir. alınca gidip bi 5 tane fotokopi çektirip birilerine verin. tanesi 30 kr tutyo 5 tanesi 1.5 lira tutar o kadar pinti olmayın hadi bakem öperim herkesi

bu arada gerek tt gerek emrah yeni yazılar ekliyo çok sevindim. homulus site öldü diye yazı koymuyodu. ölmek diye bişey yok yeter ki yazan olsun. netim olmadığı için ben pek koyamıyorum ama halledecem bi ara

17 Temmuz 2010 Cumartesi

NİCEL MUTLULUKLAR

Aramak mı gerekir mutluluğu? Yoksa Amerikan menşeli tarikatların dediği gibi mutluluk içimizde mi? Bir an mıdır, anılarda mıdır? Aslında soruları öyle çok dallandırıp budaklandırmaya gerek yok. Mutluluk üzerine ne söylenmişse hepsi doğrudur ve gösterilen her yol mutluluğa çıkar. Benim asıl ilgimi çeken mutluluğun hangi taşın altında olduğu değil, insanoğlunun mutlu olabilmek adına elini hangi taşların altına soktuğudur.

Maslow’u dikkate alacak olursak insan davranışlarının temelini fiziksel ve toplumsal ihtiyaçlar oluşturuyor. Elbette açlıktan kıvranan bir insana buzlu viski önermek çok saçma olur ve evet bu açıdan bakıldığında haklı da. Peki mutluluk bu ihtiyaçlar hiyerarşisinin neresinde, amacı mı, sonucu mu? Gerçekleştirmek için yıllarımızı harcayabildiğimiz amaçlarımız gerçekleştiğinde terazinin diğer yanı aynı ölçüde mutlulukla dengelenmiyorsa biz neden hala aynı bataklıkta debeleniyoruz. Dört buçuk milyar kadar aptal her sabah birbirlerine şu veya bu konuda üstünlük sağlayabilmek amacıyla başlıyorsa güne mutlak olan tek şey mutsuzluktur. İnsan ırkı bu konuda o kadar çıldırmış ki artık yeryüzünde sayılarla ifade edilemeyecek hiçbir şey yok. Sayılar nicelik belirterek birçok şeyi kavramamızı sağlıyor, hayatı kolaylaştırıyor. Ama farkında olmadan kölesi olduğumuz sayılar aynı zamanda üstünlük belirtiyor. Hep daha diyoruz; zamanın kırbaçları iz bırakmıyor ya sırtımızda, anlayamıyoruz. Planlıyoruz hayatı, planlarımıza uymak için her şeyden vazgeçiyoruz, olabildiğince hoşgörüsüzleşiyoruz. Sabah trafiğinde işe yetişemeyeceğini anlayan insanları beş dakika izleme imkanı olan herkes ne demek istediğimi anlar. Her sabah ve hep aynı korkuyla, – ya geç kalırsam-. O koca kafalarımızı iğne deliklerinden geçirmeye çalışıyoruz sürekli. Yaptığımız tamamen bu. Atalarımızın beceriksizce bugünlere taşıdığı sistemi değiştiremedik ve ne mutlu çocuklarımızda mutsuz olacak. Dünya nüfusu Adem’in kasıklarından aşağı kartopu gibi yuvarlanırken sürekli artacak aramızda acı çekmekten keyif alanlar, öldürürken gülmeyi becerebilen karizmatik kovboylar, barınamayacak kadar aciz olanlar, işe duygu karıştırılmaz deyip her duyguyu iş haline getiren bezirganlar. Büyük gösteren yüksek topuklu evlerimiz de artacak elbette. Ülkeler uzayda en uzağa işeme yarışına girdi bile, işte biz bu kadar aptalız. Peki tanrının cennetine layık olamayacak kadar üstün yaratılan bizler hiç mi mutlu olamıyoruz? Bu kadar mı beceriksiziz? Hayır, yıllarımızı harcayarak elde ettiğimiz –başarıları- bir şişe şampanya ile kutluyor ve bir sonraki gün daha gidecek çok yolumuz var diyerek hırsla başlıyoruz güne. Mutluluğa ayıracak vaktimiz yok. Hayat kısa, küçük ceplerimize büyük lokmalar sığdırmalıyız.

Peki ne yapmalı? İnsan ancak cennette mi mutlu olabilir? Dünyaya mutlu olmak için gelmedik ki tek amacımız bu olsun mu demeliyiz? Amerikan dolarının üzerinde de yazdığı gibi bizler tanrıya güveniyoruz. Hayır cevap elbette bunlar olmamalı. İnsanlık mutluluğu yücelten şairleri, müzisyenleri, yazarları, düşünce adamlarını hepsini bir kazanda toplamalı ve sabun yapmalı; ancak o zaman temizlenebiliriz. Çünkü çok kirlendik, şeytan bizi sonunda yendi. Peki ya çocuklarımız? Dünyanın her yerinde hangi dili konuşursa konuşsun, ne renk olursa olsun aynı resmi çizen çocuklar? Hangi resim mi? Lütfen çocukluğunuzu hatırlayın, cennet çocukluk hayallerimizde saklı.

13 Haziran 2010 Pazar

Makinist

Trafik yoğunluğu, çarpışmalar, ardı arkası kesilmeyen korna sesleri.. Metroda böyle bir dert yok çünkü herşey saatli ve sayılı. İnsanların kontrol ettiği ama kontrol edilmediği metro. Trafikte sayı belli olsada saat ve yer belirlenemez. Öyleyse sıkışıklık dediğimiz zamansızlık ve mekanın yanlışlığı mıdır?
İnsanlardaki sıkışıklık= nüfus yoğunluğuysa bu zamansızlıktan kaynaklanıyor. Ama asıl neden, insanların kontrol eden değil edilen olması. Ve makinist işi olan zamanlama ve yönlendirmeyi öyle bir yapıyor ki sonuç kaos oluyor. Görev tanımındaki sorun BAŞLANGIÇTA başlıyor, ortaya çıktığı yerde ironi oluşuyor.

27 Mart 2010 Cumartesi

RUHİ

Gözyaşlarında yüzen göz bebeklerinin emdiği memeler senin irin dolu sivilcelerindi ve saks mavisi dudaklarında seks yaptılar, yatak olarak kullandılar ipeklik etlerini. Kimse kalmadıysa biz vururuz onları gözbebeklerinden. Yeter ki rahatlasın karnındaki boşluk. Bu arada ruhunun tam orada yaşadığını bilmelisin. Karın boşluğunda. Zaten kırk sekiz kilo isen, yataktaki bu çukur, bedenine ait olamaz. Saati kapatıp, geri yatan ve bedenine yetişemeyen ruhunun izi olmalı, kirli çarşaflardaki. Ruha ihtiyaç yok! Bedenler, şehirler içinden uçuşur; kalabalık sokaklar enseste meyillidir ve savruldukça boy boy çocuklarımız olur şuursuzca. Ruha ihtiyaç yoktur! Ruh diyetisyenlerine para harcamazsın, hor kullanmayı seviyorsun ruhunu. Yatağımda olmayan kadının ruhunun; bira göbeği, krema gıdığı, kıymalı börek basenleri ve kızartma götünü seviyorum. Ve bebeklerde karın boşluğunda üretilirler. Bir parça ruhtan plesanta içinde. Doğum sancıların ise ruhunun iki parçaya bölünmesinden duyduğun çiledir. Bu ruh işleri karışık vs.

17 Mart 2010 Çarşamba

KUŞAĞINDA KIZILLIK VAR AYNALARIN

bu cam tekrar kırılacak
hepinizi temin ederim
sancı, tariflerin gerisinde kalır karnımın
kapanıyor mağaraların ağızları
her zaman yalnızlığı gösterir
sokuldukça akranlarımın ruhları yatağıma
renkleri dağılıyor paralelliklerin
tüm korkaklar gibi ben de geceleri kaçıyorum gerçeklerden
tünelin sonundaki ışık sadece bir ateş böceği
yürüyorsak, kaldırımların bir bildiği vardır diye yürüyoruz
şehir, bizi sürekli rahmine taşır kirli kalabalığın
yanağına bastır yılanların ayaklarını ve kus
iksirinden yoksun dünyanın en güzel cadısı
sadece kilise çanları çaldıkça okuyor kitabını
ve çizgi film izliyor yandıkça baş parmağı
mumlar iki vakte kadar tükensin
şayet ellerimizi kelepçeleyecek bir çağın kurtçukları
tüm zindanlarınızdan sağ çıktım bunu biliyor kokuşmuş tanrınız
kağıtlar eskidikçe ateşi çıkıyor uygarlığın
galibiyetsiz atların belirtisiz isim tamlamaları gibi suskun nalları
sahilden bir kum tanesi, tanıdık ve son derece sevimsiz bir kadın
üç beş martının kanadında buldu uçma kuvvetinin esrar ını
içen bir kokpit dolusu erkeklik narası
278 kişinin ölümüyle sonuçlandı

16 Mart 2010 Salı

KAMU

Karşısında aynanın sabırsızlanıyor hüzün
Bir kamu kuruluşunda yalnızlık olarak çalışıyorum

15 Mart 2010 Pazartesi

YAPMADIKLARIMA DAİR

Mektuplarını hiç okumadım
Mektuplarını hiç açmadım
Mektuplarını hiç postalamadım

Postacının elindeyken yakmaya başladım kelimelerini
Çok korktu delikanlı ve çantasını bırakarak kaçıp gitti
Bir çanta dolusu mektupla ayaklarımın köklerini suladım
Yine eski zamanlardı ve daha plastik para icat edilmemişti
Sadece mektuplar vardı, el ile yazılmış saf lafları yıkadım
Çantasını geri almaya gelen postacıyı posta kutusuna tıktım
Arada bir deliğinden ekmek ve pul atıyorum

Terasımızdan aşağı portakal suları akıyor
66 model Mercedesinin üzerine
Ve mavi kaportasındaki küflerinden arınıyor

Fotoğraflarını hiç tabetmedim
Fotoğraflarınla hiç sevişmedim
Fotoğraflarını hiç çekmedim

Ampulden ışık toplayan arı gibiydim
Gözlerim kör olmuştu ama kokuyordu ışığın
Tadını zaten biliyordum
Pişmiş penguene benziyordun
İçi hep buzlu
İfadeni bir kova suda boğdum sessizce
Ardından suyu yüz santigratta dondurdum

Ben o küçük yangında her şeyimi kaybettim
Varlığım bunların en değersiziydi
Yangın bazen kesin çözümüdür çaresizliğin

Yüzünü hiç ezberlemedim
Yüzünü hiç okumadım
Yüzünü hiç görmedim

Sarı saçların karlara değiyordu ve bunda beyazın hiçbir suçu yok
Ormanı yakarken nasılda kızıl kılların
Geceleyin her yerde karaşınsın
Rüyamda sarhoşken seni arıyorum
Rüyanda ve aynı zamanda sarhoşken görebilirsin beni
Ben seni her gün ancak böyle görebiliyorum
Çifte derinlik bu olmalı paralel okyanuslarında dünyanın

Öpüşürken gözlerini kaçırıyorsun
Oysa sadece gözlerimin öpüşmeye ihtiyacı var
Dev gibi gözlerinden kendime ev yapabilirim