22 Aralık 2008 Pazartesi

Son Kadın

Yalnızlık bu şehirde
Belki acı belki gözyaşı
Belki hepsi birden
Küçük bir mutluluk,bir umut
Yarım kalmış duygular için;
Bir avuç dolusu yorgunluk
Bu yorgunluk belki mutluluğun son noktası
Bekli de acını doruk noktası

Sen öğrettin bana gülümsemeyi
Dünyanın bir papatya bahçesi olduğunu
Ve yine sen çıkardın beni
O zifiri karanlık kuyudan

Sen hep “Belki” dedin
Olmaz demedin
Ama sen benim için belki değil
MUTLAKSIN

Düşlüyorum şimdi
Gözyaşlarım yanaklarımdan aksa da
Özlediğim bahçeyi düşlüyorum
Yanımda sen ve sözcüklerle anlatılmayacak
Aşk…
İnanıyorum ki darbe almış,
Ezilmiş,
Parçalara bölünmüş kalbimin
SON KADINISIN….

18 Aralık 2008 Perşembe

Red - Black Effect 3



http://maktul666.deviantart.com/

Toz ve Kire Dair

Toz tuttum
Yatmaktan benliğim mayıştı
Ruhumu malayla kazırsınız anca
yatağımdan
En az enerjiyle tutunuyorum hayata
yatağımdan
Hayır felçli değilim
Sadece kımıldamaya meğilli değilim
Uyudum ve uyandım binlerce kez
Toz tuttum
Gözlerim, kollarım ve bacaklarım
Ve erkekliğim toz tuttu
Ve vücudumu kaplayan tüm tozları yuttum.

Kir tuttum
Sekiz aydır hiç bir kılımı kesmedim
Ve iki aydır banyoya girmedim
Burnum tıkalı
Ve boşaltım sistemimi hiç sormayın
Kir tuttum
Bu karanlık odanın tüm kirli kabusunu
ben yuttum.

Yalnız

Birlikteydiler
Ve kendi hallerinde
yalnız
Eller kenetliydi birbirlerine
diğer eller yalnız
Ve bakışırlarken
kafalarında hep ıssız
Sonra durup seviştiler
hiç yok yere
Sevişmeleri bitip terleyince
giyinip terk ettiler
ikisi de artık
gerçek yalnız

15 Aralık 2008 Pazartesi

Çamur Gibi

Yuttuğun çamuru hissedeceksin,
Ağır ve yapışkan
Dudaklarını değdireceksin
Utangaç
Ve ağzını kocaman açacaksın
Kocaman
Sindiriminden geçecek çamur
fark edeceksin
Ve miden bulanacak,
kusacaksın belki
Ağzında kokusunu, midende ekşisini
Dişlerinde yapışıklığını hissedeceksin
Tadını çıkaracaksın
Bir avuç kahve tanesinin.

14 Aralık 2008 Pazar

GAGA, ÇIĞLIK VE KARANLIK

Gece gelen kargalar gibi
Huzursuzum ve çığırtkan
Onlar beni yatağımdan kaldırır
binlercesi
Gaga ve çığlık sesleri
karanlıktan
Tek aklıma getirdiği siyah bir perde
Aylin Aslım’ın yeni siyah saçları örneğin
Yahut bitmiş kahve fincanı
Yarın Ankara’ya dönme gerçeği
karanlık örneğin
Doğmamış olabilmek dünyaya
en baştan
Karanlık, gaga ve çığlıklar
Ankara bir de en istemediğim

Çıkıp baktım balkona
Bu soğukta
aralıkta Eskişehir
ne kadar soğuk olursa bir gece
ve ne kadar is kokarsa sisli bir gece hala
Almaya gelmişler
sağ olsunlar
kalabalık ve karanlık
Ya da çığlık ve gaga
2020’de, 2008’in Aralık 14 gecesi nasıl gözükecek acaba?
Ne diyordum?
Hep aynı, yeni şeylere başlama kokusu
yeni yıl sanki hep milat
her yıl milay ama ocak 6, bilemedin 10’a kadar
Sonra yine eski yılın kalıntıları
Yeni bildiriler beynimin içinde
Kararmaya başlayan gençlik yılları
bir bir ve sessizler
Ve içki ve sigara ve kahve yeterince
Ve daha çok kitap, daha çok yazmak kaygısı

Sanki kaçışı varmış gibi Ankara’dan
Hacettepe’den
mühendis olmaktan
Sanki kaçışı varmış gibi siyasetten
devlet meselelerinden
Sanki mümkünmüş gibi bir dağda
bir mağarada
kimsenin olmadığı bir mağarada
yaşamak
Sanki mümkünmüş gibi yazarak
çizerek
düşünerek
yaşamak
O halde ne duruyorsunuz?
Gelin üstüme
Tutun tüm vücudumu
Sakallarım sizindir, korkmayın çekiştirin her yanımı
Binlerce gaga şahlandı ve kaldırıldım yatağımdan

Götürün beni gecenin karanlığında ve buz gibi havasında
Haydi yükselin ve götürün beni

(Yerim bitti, kağıt almak için odama gitmeye üşendim, bitti)

Bu Gece Ay Var

Bu gece uzun bir süre sonra yine ay var
Ve senin yüzünü taşıdı yine terasıma
Masalları yazdığım o güzel yerimde
Düşledim seni yine

Yanımda olmanı istedim
Cesaret edemediğim şeyi yine düşledim
Elini tutmak istedim
Ama sen yoksun biliyorum

Bu gece uzun bir süre sonra yine ay var
Sana yazdığım masalları,
Bir saatliğine de olsa çıkardım
Göz yaşlarıyla birlikte okudum

Gelmeni bekledim bir daha gelmeyecek olsan da
Gülümsemeni beklediğim bir daha göremeyecek olsam da
Gülmeni beklediğim bir daha sesini duyamayacak olsam da
Bakmanı bekledim bir daha bakmayacak olsan da

Bu gece uzun bir süre sonra yine ay var
Bu gece ay var
Ama son gördüğün ben yok
Perim yok,masallar yok…

12 Aralık 2008 Cuma

Sonsuzluk Limanı Öncesi

Karnı yarık bir ağaç kovuğun içine saklanmışım
Aşk bir daha beni bulmasın diye
Göz yaşlarım yanımda
Beni sulayan hayatta tutan
Yazdığım bütün şiirler
Ve büyülü kelimeler sanki bana düşman
Aşk düşman,dost düşman,hayat düşman
Bire bir yalnızım bu küçük kovukta
Ağlıyorum geçmişe
Ve yitirdiğim bütün sevgilere
Ne de güzeldi o duygular
Sonsuza kadar sürecekti sanki bu son masalım
Ama olmadı,yine olmadı
Bir gün bile birlik oluşturamadım
Ama ayrılığın daniskasını tattım
Bıraktım artık acıları,sevgileri
Yaşam vizyonuna çıkaracağım son filmimiKırdım attım
Şimdi göçmek için bu dünyadan
Limana doğru yürüyorum
Ebedi sonsuzluk için…….

7 Aralık 2008 Pazar

KISIR DÖNGÜDEKİ İMDAT ÇEKİÇLERİ

Yarın sınav mı var? Peki ben neden bu kadar rahatım? İçimdeki huzurun ve hafifliğin nedeni ne? Sınava çok mu çalıştım? Hocayı çok mu iyi dinledim? Hayır, gayet hazırlıksızım. Ne yani sadece aşık olmak bu kadar buğulaştırır mı gözlerimi, zihnimi? Gerçekten aşk yüce mi bu kadar ve yüzyıllardır söylenildiği gibi yoksa benim gibi acizlerin imdat çekici mi?
Acil durumda imdat çekicini kullanarak camı kırınız!
Kırılan cam olsa bu yazıyı yazmak için rahat ve sıcak ve benim olmayan yatağımdan çıkmazdım. Kırılsın varsın diyerek yatakta diğer tarafa dönerdim. Ama bu kadar basit değil demek ki benim gibi dünyanın en büyük üşengecini bile kaldırdı yerinden. Kırılan şey hayatımın parçaları fakat kıranlar neden hep imdat çekiçleri? İmdat çekici aslında yanlış bir mecaz olabilir. Ama kastedilen kurtardığı değil, kırdığı hayat parçalarım. Benim sükûnetimi korurken camın tüm benliğini yıkması gibi galiba. Evet, bir kaçışa yardımcı, yardakçı ve yatakçı ancak kurtarıcı değil. Dönüşü var belki ama uzun.
En son imdat çekici kırdığında camı, hayatımın iki yılı boşuna geçmişti. Farketmem üç hafta, anlamam beş ay, onarmam ise yirmi dört ayıma mal oldu. Zaman en değerli şeyse hayatımda, o çok değerli iki yılımı ne biliyorum, ne hatırlıyorum ne de hatırlamak istiyorum. Ve tam onarmışken tekrar ve tekrar yeni imdat çekiçleri arıyorum kendime. Sebebi basit sanırım. İçimde bulunmayı istemediğim bir hayatı yaşıyorum ve bu hayatın istemediğim parçalarını parçalamak, ilk başlarda büyük haz veriyor beynime. Sonra durgunluk, sonra farkediş, sonra anlama, onarma... Süreç belli ve buraya yazacak kadar eminim kendimden. O halde neden hala beni kurtarsın diye imdat çekiçleri arıyorum?
Ve işte kısır döngüsü hayatımın bu basit çekiçler...

ÜÇ MAYMUN RÜYAMDA

Rüya ile gerçek arasındayım
Gözler görüyorum
Sadece gözler
Uyku bastırdıkça gözler büyüyor
Kocaman kara gözler
belki de sahte mavi
Mayışıyorum bildiğin
“Üç Maymun” u ikinciye izliyorum
Uyku bastırıyor
İstiyorum ki rüyam filmdeki kadar gerçek olsun
Gözleri gerçekten göreyim
Adımı fısıldasın örneğin
Elini omzuma atsın gerçekten
Rüyam saf gerçeklikten yapılmış olsun
Nuri Bilge’nin filmindeki gibi
Ağlamaklı yürüyeyim
Yahut hiç kıpırtısız yatakta
Terlerim yerçekimine karşı gelsin, alnımda
Gerçekten, gerçek bir rüyam olsun aklımda
Elini omzumda
Sesini ruhumda
Gözünü tam gözbebeklerimde
Hissedeyim.

23 Kasım 2008 Pazar

bi bebeğin ağzından düşürdüğü emzik için ağlaması gibi ağlamaklıyım.bi parçanın eksikliği var sanki akşamın ağırlığının yanısıra sis ve lodos var bu gece.bu gece bi de düşündüğün insanın yanıda olması var onu öpüp koklama için duyulan hasret var.vurdum duymazlığın yıkılması için yürüyen ayakların deprem gibi sarsıntısı var.
bu akşam tek bir şey yok o da sensin bi queen cd si kadar uzak bi deniz kadar yakınsın.sadece o denizin kokusunu duymak isteği beni burada seni sabırsızca bekleten.seninleyken o kokuyu duyacağımdan sade .
martıların çığlıkları yıkacak ortalığı iyot dolacak ciğerlerimize sen bi cigara yakacaksın dumanını bana üfleyeceksin .daha duman bana gelmeden rüzgar alıp götürecek bir nefeslik dumanını .yaklaşacaksın bana bir nefes daha üfleyeceksindumanın ulaşacak sıcaklığı gitmiş olacak. ben yaklaşıp seni öpeceğim.o anda büyü bozulacak ben daha prens olmadan sen kaybolmuşsun

23 Eylül 2008 Salı

MUTLULUK ANLIKSA

Mutluluk anlıksa ki öyle
Anlık olmalı peşinde koşan kavramlar
Aşk dedimse sahici değil
Elini tutunca başlayan
Dudaklarıma deyişin kadar şiddetli
Açmayacak bu bahçede asla
Sadakat çiçeği huzur menekşesi
Aşk dedimse yalancıktan
Kendime döndürmek için
Güneşi kovalayan sen çiçeğini
Koca bir denizde ıslanmadan yüzmek mi?
Bilmem ne dersin adına
Bulutlarda gezmek değil de
Bir parça ısırıp tükürmek mi?

Emrah Aydoğdu.

17 Eylül 2008 Çarşamba

Yönetmen

Yıllardır hayal ettiği bir senaryoydu
O kadar özenle yazmıştı ki
Oyuncu bulamıyordu
Filminde oynayacak baş rol oyuncusu bulamıyordu
Ve attı bir kenara,unutuldu
Yıllar geçti
Artık gidiyordu bu yerden
Taşınıyordu yaşadığı o tek gözlü evden
Ardında bıraktığı bir yığın anı
Ve filmini çekemediği senaryosu

Elinde bavulu giderken bu mahalleden
Bir güzel gördü
Bavulunu bıraktı,elindeki bir tomar kağıdı karıştırdı
“Bu” dedi heyecanla kalbi atacaktı yerinden
Evet oydu
Hayalini kurduğu başrol oyuncusuydu
Ve artık hayatın filmini çekme zamanıydı
Tek bir adım kaldı
……………………………………………………….

12 Eylül 2008 Cuma

12

hayır ben darbeyi görmedim
iddia edemem filmlerden kitaplardan o günü yaşadığıma
çoğu için sokağa çıkamama
çoğu için hayatta sağ kalamamak
belki çoğu istemedi hayatta olmayı sağ kalmayı
onlar sağ istemediler hiç bir zaman hep solcuydular
öyle ya da böyle çoğu solcuydu istemediler sağ kalmayı
işkencede ortadan kayboldular
hayır ben sıcak evimde katran kahvemi yudumlarken bilemedim
ama ne yapayım bilemem ben o günü görmedim
izlediğim filmler, okuduğum kitaplar ve dinledim büyüklerimden hikayeler
hepsi de ortak fikir
kazanılmış acı kaybedilmiş kocalar
kazanılmış boğaz daralmaları kaybedilmiş evlatlar
toprak için kazanılmış maktuller bir yığın et ortalık kanla yosunlanmış
kaybedilmiş millet milim milim bataklıktalarmış...

10 Eylül 2008 Çarşamba

Rüyalar Ülkesinde Bİr Gezgin

Rüyalar ülkesinde bir gezgin
Kandırılmış,yıpratılmış,aldatılmış
Ve düşlediği bütün ada yok olmuş
Aradığı sevgi için vazgeçmiş
Ve kendisini uçurumun kıyısında bulmuş

Rüyalar ülkesinde bir gezgin
Ne amaç için orada olduğu belli
Ama anlam veremediği bir düş elledi
Onun o güzel yüreğini

Rüyalar ülkesinde bir gezgin
İçinde anlamanı bulmaya çalıştığı bir sevgi
Meyve bahçelerindeki koku gibi
Hissettiği son duygu ve yaşama sevinci

Rüyalar ülkesinde bir Peri
Sanki bu gezginin koruyucu meleği
Çilek bahçelerinden düşen biri
Gezgin delinin karşında gülümsedi

9 Eylül 2008 Salı

Denizin Çırpınışları

Bir kız vardı,yalnız ve tek başına
Yorulmuş bedeni yaşadığı acılar ise yüzünden belli
Kalabalık insanların arasında sıkışmış,boğulmak üzere
Nasıl nefes alabilirdi

Küçük bir delik arıyordu
Başını oradan çıkarıp belki nefes alabilirim diye
Ama her yer kapanmıştı sanki
Karanlığın ortasında nefessiz ve sessiz kalıyordu

Bir ışık,bir ses bekliyordu belki
Ama nafile,çırpınışlar boşa
Bu dünyanın zalim insanları yormuştu onu
Kabuğuna çekilmişti

Savaşıyor öyle kendince
Birde yapmak zorunlu olduğu işler yok mu,
Tüketiyordu onu
Tek konuşabildiği insanda öylece çekip gidiyordu

Ağlıyordu tek varlığı giderken
Gidişini seyrediyordu düştüğü yerden
Şimdi yapması gereken tek bir şey vardı
Düştüğü yerden kalkıp yapmak zorunda olduklarını yapmak

4 Eylül 2008 Perşembe

SÜRESİZ ÇIRPINIŞLAR

Bu ne biçim hayat
Cebimizde her daim
Birkaç tomar gözyaşı
Hayallerimiz asılı boynumuzda
Bileklerimiz yorgun yaralı
Sürüklüyoruz gerçeğin prangalarını
Bir sırrımız vardı bizim
Hüzün kadar ağır
Sevinçler kadar küçük

Bu ne biçim hayat
Güneşi okşuyoruz her sabah
Daha doğmamışken
Avuçlarımızda kor ateş
Geceyi siliyoruz gökyüzünden
Ayın etrafındaki ışık kirlenmiş
Kirlenmiş yıldızlar acıtıyor bizi
Bir derdimiz vardı bizim
Yalnızlar parkında fısıldadım
Biri topaldı iki güvercin ağladı

Bu ne biçim hayat
Kaçışlarımızdan kaçılmıyor
Korkmamalıyız belki de
Saatlerce seviştik ölmedik
Ellerimizle yürürüz artık
Dudaklarımızla koşarız
Elimizi cebimize atıp
Ağlarız belki cömertçe
Bırakırız geceyi kendi haline
Tenimizle yıkarız avuçlarımızı
Bir hayalimiz vardı bizim
Gerçeği soyunduk öyle dokunduk
Zamanın ötesinde bir mutluluk…

1 Eylül 2008 Pazartesi

...............

Mavi büyülerin çatısı altında
Ve periler dünyaya uyandığında
Dünya yenilendiğinde
Bir şarkı fısıldanılacak çatlak dudaklardan

Ormanın derinlikleri,
Karanlıktan kurtulacak
Kuruyan nehirler tekrar akacak
Uzun ve kuru uykuya dalan ağaçlar, uyanacak

Karanlığın zehriyle uykuya dalan dünya, uyanacak
Griliğin yerine yeşil ve mavi alacak
Gözyaşıyla kör olan gözler görecek
Ve bütün düşler mor hikayelerle süslenecek

30 Ağustos 2008 Cumartesi

Çilek Perisi

Bir masaldı sanki
Tekrardan başladı
Ölümden dönmek gibiydi
Güneşin ışığını hissettim
Toprağın kokusu,
Bir masaldı sanki
Anlatılmayan ve yaşanılmayan
Bir büyüydü üzerimdeki
Yaşamaya dair bir büyü
Mavi rüyalar
Ve kızıllığa bürünmüş bir peri
Bir koku hissettim
Güzel bir koku
Çilek kokuyordu sanki
Ve şeker tat
Ve yine perim geliyordu
Bu sefer kırmızılar içinde
Mis kokusuyla
Çilek perisi…

28 Ağustos 2008 Perşembe

Bildiğimiz ve Bilmediklerimiz

Bilmediklerimiz;
Bilmediklerimiz işte
Birbirimizin durumu
İçimizdeki duygular,
Sevgiler,nefretler vs…
Yeni bir ilişkiye adım atmak
Sevgiyi yeniden bir başkasıyla yaşamak
Yeniden bir hayat yaratmak
Tekrar güvenmek,
Güvenmeye çalışmak
Aşık olmak
O güzel duyguyu yeniden bir başkasında yaşamak
Hayatı paylaşmak
Ve mutluluklara koşmak
Bunların hepsi bilmediklerimiz
Bilmekten korktuklarımız
Peki bildiklerimiz
Bildiğimiz tek bir şey var
Hiçbir şey bilmediğimiz

24 Ağustos 2008 Pazar

İKİ BİLİNMEYENLİ DENKLEM

seninle ben iki bilinmeyenli denklem
sen bayan "x"
bense bay "y"
seni eşitliğin bu tarafında tuttular
beni ise acımadan karşıya attılar
birbirimize oranladılar
ama hiç bir zaman denklemimizi çözemediler
biz hep bilinmeyen olduk
neden aynı denklemin içine konduk
bir bilen var mıdır?
denklemimize formül bulacak
ve biri dedi ki x+y=sonsuz mutluluk...

Mezardan Son Sözler

Ölümün bu kadar yakın olacağını bilmezdim. Ta ki ölene dek. Evet, ben öldüm. Ve size bunun ne kadar gerçek olduğunu izah etmeye karar verdim. Size buradan, yani yerin yaklaşık üç metre altından yazıyorum bu yazıyı.
Benim ölümüm kolay oldu. Diğerleri gibi çok acı çekmedim. Yirmi dokuz yaşıma girdikten on dört gün sonra kahvemi almış kitabımı okurken, birden sol kolum uyuştu. Sora göğsüme bir ağrı girdi ve kalp krizi sonucu olay yerinde öldüm. Çok acı çekmedim dediğim gibi. Ailemi bir süre önce kaybettiğim ve akrabalarımla hiçbir şekilde görüşmediğim için çok ağlayanım olmadı arkamdan. Arkadaşlarım ise… Benim hiç arkadaşım yok ki!
Bedenimi, kapıda birikmiş gazetelerden bana bir şeyler olduğunu düşünen kapıcı buldu ve cenazemi kaldırdı. Cenazemde sadece kapıcı vardı. İyi adamdı. En çok gördüğüm kişiydi. Hatta görüştüğüm tek canlı varlıktı. Bir imam ve kapıcı. Merhumu nasıl bilirdiniz? İyi bilirdik. Ne iyiliğimi görmüştü ne de kötülüğümü. Bu ıssız cenaze törenini izlemek kalbimi daha çok acıtmıştı, kalp krizimden. Issız ve sessiz bir tören. Tören bile değil. Bu kısmı önemli değil sizin için biliyorum. O yüzden hızlı geçmeyi düşünüyorum.
Issız ve sessiz törenimin ardından cesedimi toprağa gömdüler. Yine üstüme toprak atan tek tanıdığım kişi kapıcıydı. Vefakâr adammış, sağ olsun. Kısa geçecektim sözde hala uzatıyorum.
Ve işte toprağın yaklaşık üç metre altındayım. Yirmi dokuz yıllık hayatımda olmadığım kadar kalabalığım burada. Sağımda ve solumda binlerce kemik. Bu kemiklerin eskiden birer kimlik olduğunu bilmek bile insanı kalabalık hissettiriyor. Sadece kemik değil elbet. Bir sürü canlılık da var burada. Solucanlar, karıncalar, fareler. Bunlardan pek hoşlandığımı söylemem. Çünkü adını bilmediğim bir sürü haşere her yerimi ısırıp, koparıyor. Yahu, biri öldü diye bu kadar da işkence edilmez ki! Burun deliğimden giren birkaç solucan şu an beynimde, hissedebiliyorum. Bu yüzden düşüncelerim dağınık ve parazitli olabilir. Şimdiden affola.
Asıl anlatacağım şeyi unuttum. Gevezelik tuttu beni de son yedi yıldır sadece kapıcıyla, o da günde üç dakikadan az, konuşuyorum. Birilerine hitap ediyor olmak, heyecanımı gevezeliğe dönüştürdü. Tekrar affola.
Ölüm diyordum. Bu kadar yakın olacağını bilmezdim. Nerden bileyim. İnsan dediğin en az altmış yıl yaşar, ya da yaşamalı. Bir kere geliyoruz ya, biraz müsamaha olmalı sanki. Bizde genetik sanırım erken yol almak. Babam otuz sekizinde, annem kırk birinde yok oldu. Tek evlatları olarak keşke bu genlerini bana aktarmasalardı. Neyse, olmuşla ölmüşe çare yok lafı tam burası için demişler sanırım. Uzun yıllardır ilk kez gülümsüyorum şu an. Gerçi ağzımın içindeki böcekler kıpırdarken, gülümsemek çok da hoş değilmiş.
Hani çok iyi bir hayatım yoktu ama en azından otuzumu görseydim. Ölüm işte, çat diye girdi kalbimden. Hiç aklıma gelir miydi öleceğim? Hayır, hiç gelmezdi, gelmedi. Aklıma gelmedi ama başıma geldi işte. Birdenbire.
Ölmeden önce, daha doğrusu birkaç on yıl içindeki hayallerim kül oldu. Ne de olsa daha vaktim vardı. Ne de olsa her gün bir önceki günle aynı. Yine, yeni bir yirmi dört saat. Yine uyanmak, kahvaltı, bilgisayarda pineklemek, kitap, film, yemek, pineklemek, kitap, film, yemek… Nasılsa gelecek yeni aylar, yıllar. Yarın, öbür gün, seneye… Hepsi boş inançlar. Her gün aynı değilmiş işte. Hatta artık her gün kavramı yok benim için. Gün bile yok. Artık tek gerçek var, çürüyorum.
Basit bir denklem = Var olmak hayatı, hayat ölümü, ölüm çürümeyi, çürümek yok olmayı getirdi. Ve bitti.

23 Ağustos 2008 Cumartesi

Ve eğer

Bu kadar değersizleşmişse herşey
'insanlık' kaybetmişse yapım ekini
siyahlar yalnızlığın esiriyse
beyazlar kirli beş parmağın
sana başlayan şiirler yarım kalıyorsa
mısralar kaçıyorsa seni anlatmaktan
ve eğer,unutulan bir söz varsa düne ait
al senin olsun,
aşk senin olsun
yüreğimde.

22 Ağustos 2008 Cuma

---


Gözlerdeki karanlık..

Bugün çok şıksınız dedim
tepkisi tebessüm olmuştu
marifet bende değil onu gören gözde demişti
elleri gözleriydi o an,yürüyordu
gözlerindeki karanlığı farketmiştim
evet marifet güzelliklerde değildi
onları gören gözlerdeydi
onları gösterendeydi...

20 Ağustos 2008 Çarşamba

Hüzün Dünyasına ve Sonsuzluk Geçitine Dair

Unutulmuş bir dünyadır. Düşünceler içinde boğulacağınız bir yerdir burası. Burada acı, hüzün ve gözyaşı vardır. Mutluluk yoktur burada.Kolay kolay yolu bulunmayan bir giriş birde çıkış kapısı vardır,birde gizli bir geçit. Bu giriş ve çıkış kapılarını adları aynıdır. Ayrılık-1 giriş kapısı, ilk ayrılığın olduğu an. Terk edilme. Ayrılık-2 ise bu dünyadan çıkış kapısıdır. Bu kapının bir diğer adı da "Sonsuzluk Geçidi"dir. Bu kapıda ölüm vardır ve sonsuz yaşam vardır. Birde gizli bir geçit vardır mutluluk dünyasına giden ancak bu geçidi bulan yok denilecek kadar azdır. Bu dünya da ne var? Ne mi var. Dediğim gibi acı, hüzün ve gözyaşı. Çeşitli melodiler eşliğinde acı dolu sözleri olan şarkılar, anlatılan yitik masallar,inanılmayan hikayeler ve sevgisi biten; yüreğini avuçlarında taşıyan insanlar... Birde umudu bitenler için yüreğini yakıp küllerini dökebilecekleri bir nehir, Hüzün Nehri var. Burada herkesin yitirilmiş bir hikayeleri var.Ve her gece olduğunda acı dolu melodilerle anlatılır bu hikayeler.Ve bu hikayelere biride;


SONSUZLUK GEÇİTİ
Yardım edin yatırın beni topraklara
Bırakın artık uyuyayım
Rahatsız etmeyin
Sonsuz uykumla beni baş başa bırakın
Aşk,aşk,aşk...
Sana sesleniyorum
Sonsuzluk Geçidinden bana bak
Kırık kalpler bıraktım sizlere oyuncak olsun diye
Tek bir gözyaşı bile dökme
Boşunadır deymez taş yüreğinize
Kurtulacağım bu kötü insanlardan
İyi olanlar benim geçtiğim geçitten gelecek
Ve tatlı sulardan içecek
Mavi denizlerden, ot bitmeyen bahçelerden geçecek
Ve bu deli sizleri sevmeyi,sevişmeyi öğretecek
Beni bulun ve İZLERİMİ TAKİP EDİN.....

SIRALI KATLARDA HAYAT

Yıllar raflarımda
Ömrümün üstü katmer katmer toz
Hepsi de yorgun
Tüm yaşlarımda
Tüm anılarımda yoğun kir
Kat kat raflar
Sıra sıra yıllar
Kat kat toz
Sıra sıra ömrümüz
Sıralandı dünümüz
bugünümüz
yarınımız
Sıra sıra sıralandı
Sıra sıra dünya
Kat kat hayat

19 Ağustos 2008 Salı

Tatlı Rüyalar Perisi

düşlere dalardım her gece,
rüyalara
ama rüyalar hep karanlık,acı
sonra sen girdin...
Tatlı Rüyalar Perisi
ve her seferinde yeniledin parçalanmış yüreğimi
hiç istemezdim o rüyadan uyanmak
çok isterdim o rüyada yaşamak
seninle olmak,sana doymak
sabah olurdu giderdin
geceyi dört gözle beklerdim
ve yine uyuduğumda sen,
Tatlı Rüyalar Perisi...
bu son uykumdu
ve sonkez alıp götürdün dünyana beni
papatya bahçelerinde sonkez koştuk
ve gece bittiğinde sen Tatlı Rüyalar Perisi
gittin bir daha dönmemek üzere....

18 Ağustos 2008 Pazartesi

.

Yürürken izlere rastladım. Vakit geç oldu, yürümekten ayaklarım yoruldu. Tanıdık sesler duydum kuyunun karanlığından. Gel beni kurtar diyordu. Boğulmak üzere olan bir çocuk gibi. Sesi uzaktan ve de çok kısıktı. Kendi karanlık kuyusunun içine kendini hapsetmişti sadece. Dışarı çıkmamak için sebep uydurarak geçiriyordu vaktini. Sadece yardım çağırarak.
Bu sadece görünen bir karanlık her şeyin belli olduğu akla karanın seçilebildiği bir karanlık. Sadece bahanelerin ve de başkalarına sitemlerin olduğu bir karanlık.

Dükkan'ı Açtık

Bugünden itibaren Kuyu Fanzin yayına başlamıştır. Yorumlarınızı esirgemeyin. Kuyu Fanzin'de yazar olmak için irtibata geçin. Şimdiden herkese teşekkürler...

6 Ağustos 2008 Çarşamba

GELİYORUZZZ Gibi Bir İddiamız Yok

Evet öyle çok büyük iddialarımız yok ilk sanal toplantımızdan sonra yazıları yayınlamaya başlıyoruz...